Aile Kurgusu: Torun İstiyorum
Alman yazar Thomas Jonigk’in 1994 yılında yazdığı ve 2002 yılında Mitos Boyut Yayınları ile Türkçeye kazandırılan Torun İstiyorum adlı eseri aile kurumuna ve toplumsal cinsiyet rollerine sert eleştiriler getiriyor. Tıpkı kendisinden yaklaşık iki yüzyıl önce bir başka Alman yazar Lessing tarafından yazılmış Emilia Galotti’de olduğu gibi Jonigk de, toplumsal yozlaşmaya aile içinden açılan bir bakış sunarak iki yapı arasındaki etkileşimleri tartışmaya açıyor.
Oyun, kim olduğunu ölmüş eşinden hareketle tarifleyen ve bir adı olmayan “Anne” ile kendi kimliğini oluşturmaya çalışan fakat annesi gibi patriyarkal ezberlerinden kurtulamayan “Oğul” arasındaki çatışmayla başlıyor. Ardından diğer oyun kişilerinin buna dahil olmasıyla devam ediyor. İkinci çocuğu olan Oğul’u doğurduktan sonra rahmi alınan Anne, kendisini eksik hissetmektedir. Kocasının sağlığında ona karşı sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getiremediğini düşünürken, şimdi bunun telafisini Oğul’dan torun isteyerek gerçekleştirmeye uğraşmaktadır. Böylelikle eşi Prof. Klaus Lager’in soyu ve kurduğu aile düzeni devam edebilecektir. Öte yandan Oğul, eşcinseldir ve eski aşkının acısını yaşamaktadır. İlk başta, Anne’nin elinde tuttuğu ekonomik güç nedeniyle talibiyle görüşmeyi kabul etse de sonradan, evliliğin taleplerini karşılayamayacağını fark edecektir.
Oyun yapısını ve içeriğini, çeşitli yönlerden bir “sahtelik” oluşturacak şekilde örgütlüyor. Kişilerinin üç boyutlu bir karakterden yoksun oluşu ve aralarında kurdukları ilişkinin yüzeyselliği aynı metin kurma stratejisinin ifadesi. Oyun kişilerinin ağzından dökülen sözcükler ezberlenmiş laflar gibi görünür ve bunların oluşturduğu söylem karşı tarafa belletilmeye çalışılır. Anne’nin “Biliyordum acı çekmenin kadın için vazgeçilmez olduğunu, ben de vazgeçmedim bu lüksümden, evlilikte buldum acılar orgazmının yurdunu.” repliğinde de olduğu gibi çoğunlukla içselleştirilmiş bir söylemdir söz konusu olan. Ataerkil şiddetin ve kadın düşmanlığının aile yapısında nasıl tekrar tekrar üretildiğini, toplumsal cinsiyet rollerinin bu şiddeti nasıl yüklendiğini açık eden bir söylemdir.
Diğer taraftan, kişilerin stilizasyona varan davranışları ve yukarıda bahsedilen “sahtelik” motifleri toplumsal cinsiyetin, “doğal” ve değişmez bir sonuç değil aksine bir kurgudan ibaret olduğunu ifşa eder ( Benzer bir bağlamda yukarıda adı geçen Emilia Galotti’nin Michael Thalheimer rejisi örnek verilebilir. bkz.: https://www.youtube.com/watch?v=-69RYRHcGWw&t=25s). Mesela şimdi böylesine maruz kalınan “erkeklik” yarın pek ala bir başka türlü karşımıza çıkabilir. Değişim insanların alışkanlık pratiklerinin dönüşmesiyle meydana gelir. Oyunda da görülebileceği gibi bunun belirleyicisi kişilerin geçmişten getirdiği bilgiler, mevcut yorumları ve diğerleriyle girdiği ilişkilerdir. Buna bağlı olarak örneğin Oğul, “erkekliği” kimi zaman güçlü bir koz olarak kullanabilirken kiminde bizzat “erkeklik” ona doğrultulmuş bir silaha dönüşebiliyor. Fakat metnin toplumsal cinsiyetin bir inşa süreci olduğuna işaret ederken kullandığı tekrar ve kalıplar, aile kurumunu oluşturan dinamikleri tartışmaya gelince derinlikli bir tartışmadan alıkoyabilir. Aile mekanizmasının patriyarkaya göre işleyişini düşünmek için tarihsel ve neden sonuca dayalı daha detaylı bir analiz gerekebilir.
Torun İstiyorum, Suflöz rolü ve nadiren kullanılan suflelerle de çok altını çizmeden alımlayıcısına bir “oyun” okuduğunu hatırlatmaktadır. Karakterler Suflöz’ün talimatlarına uyabiliyor ya da onları esnetebiliyor. Okurla kurulan ilişkiyi değiştirebilecek ve yukarıda bahsi geçen kurgusallığa katkı sağlayabilecek bu durum ne yazık ki bir detay olarak kalıyor. Oyunu özgün kılabilecek bir önemli unsur maalesef yeterince iyi değerlendirilemiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder