Sonsuza Kadar Mutlu(!): Geçmişten Gelen Kadın
Eserlerinde romantik ilişkileri sık sık ele alan Roland Schimmelpfennig, 2004 yılında kaleme aldığı Geçmişten Gelen Kadın adlı oyununda da masal gibi akıcı ve hafif üslubuyla benzer bir yoldan ilerleyerek sevgi, geçmiş-gelecek, aile ve toplumsal cinsiyet gibi farklı uğraklara açılıyor. Aslına bakılacak olursa, her ölümsüz eserde olduğu gibi Schimmelpfennig de metindeki konturları silikleştiriyor ve her alımlayıcının bambaşka anlamlar yakalayabilmesine olanak sunuyor. Yalın dilinin okuru etkileyen tarafı çağrışımlara izin vermesi… Aynı özellik oyunun sahneleme için de zengin bir dünya vadetmesine neden oluyor.
Frank ve Claudia çifti ile oğulları Andi 19 yıldır yaşadıkları evden ayrılıp okyanus aşırı bir yere göç etmek üzeredirler. Eşyalarının bir kısmı çoktan kargolamış, kalanlarıyla ilgilenmektedirler. Onlar geçmişlerini geride bırakmaya hazırlanırken Frank’in eski sevgilisi Romy’nin gelişiyle bunun öyle kolay olmayacağını öğrenirler. Romy 24 yıl sonra, onu sonsuza kadar seveceğine dair söz vermiş olan Frank’e bu sözünü hatırlatmak için gelmiştir. Frank ise birkaç yaz sürmüş bu ilişkisine dair pek bir şey hatırlamamakta, dahası Romy’nin her şeyi bırakıp tekrar birlikte olmaya dair isteğini son derece irrasyonel bulmaktadır. Onun 19 yıllık bir evliliği ve bundan bir çocuğu vardır. Zar zor hatırlayabildiği bir geçmişe takılmak yerine önünde açılan geniş ufka bakmalıdır.
Romy’nin ciddiye alınmayan teklifiyle başlayıp evin bir açılıp bir kapanan bol kapılı koridoruna yerleşen oyun, bir yandan bulvar komedilerine selam verip diğer yandan ise soruşturma derinleştikçe daha trajik bir hale bürünür. Soruşturma diyorum çünkü soyadını bildiğimiz tek kişi olan Romy Vogtlaender’in soyadından da anlaşılabileceği gibi (Vogt = müfettiş, Vogtlaender = müfettişler diyarından), diğer karakterler Romy ile vakit geçirdikçe kendi geçmişleriyle de yüzleşirler. Şimdi evin koridoru karakterlerin trajik sonunu hızlandıran uzun ince bir yola dönüşmüştür.
Bastırılanın geri dönüşü olarak da düşünülebilecek Romy’nin ziyareti, Claudia’nın varlığından farklı anlamlar taşır. Frank’in Romy ile ilişkisi ikisinin de gençliğine, erosuna aitken Claudia kendini yalnızca Andi’nin annesi olarak tarif eder. O, eşinin neler düşünebileceğine hakimdir. Öte yandan Frank, Romy’den farklı olarak, Claudia’ya hiç şarkı söylememiştir. Claudia ve Frank normlarla yaptıkları 19 yıllık anlaşmayı/birikimi bozmak istemezler ama evin içi de tıka basa sandıklarla dolmuştur. O sandıklarda bu anlaşma uğruna yaşamlarından verdikleri tavizler durur. Böylesine bir bastırmanın geri tepmesi ise kaçınılmazdır. Öyle bir gerilimdir ki evin kapı kilidi parçalanır, kapısı havaya uçar. Yazar ustaca bir geçişle tartışılan meseleyi o çiftin olmaktan çıkarıp ailenin dışına taşır. Evin kapısı kapanmamaktadır ve arkasına çekilen sandıklarla kapıyı sağlama almak da nafiledir. Bu artık “aile içinde” halledilebilecek bir mesele değildir.
Tina tam da böyle bir uzaklıktan hikayeyi anlatır. Tina ve Andi evin dışında, çimenlerde olup bitenleri takip ederken kendi geleceklerini de görmüş olsalar gerek ki öfkelerinden Romy’i taşlarlar. Sonra Andi’nin de babası gibi büyük aşk sözleri verip bunları unuttuğu görülür. Tina ise Romy’nin rolünü üstlenip Andy’i arar. Tina’nın mesafesi aslında Romy’nin yaşadıklarının değişmediğini görünür kılar. Dolayısıyla Schimmelpfennig, hem tartışmayı ev içi alanla hem de tek bir çiftle sınırlı tutmayarak sıradan bir ilişki üzerinden aile kavramının arazlarını tartışmaya olanak sağlar.
Metin kurgusu bakımından da ilgi çekicidir. Kimi yerlerde bir olayın sonucunu iletip ardından onun öncesinde olanlar gösterilir. Böylelikle Brecht’in arayışlarına göz kırpar nitelikte, alımlayıcıya bir düşünme olanağı sunar. Karakterlerin o sonuca giden süreç boyunca neyi nasıl eyledikleri ve aslında nasıl eyleseler sonucun da farklı olacağına ilişkin bir düşünce üretimini destekler. Ayrıca aynı sahnelerin bazı kısımlarının tekrarı ya da hemen öncesi ve hemen sonrasının gösterilmesi, oyuna sinematografik bir bakış kazandırır. Yazarın elinde bir kamera varmışcasına alımlayıcının odağı sürekli değiştirilir. Bu durum çoğunlukla sabit ya da kısıtlı bi değişim imkanı olan sahne üstü odağını zorlar. Dolayısıyla yaratıcı önerilere açık bir sahne dilini teşvik eder.
Yorumlar
Yorum Gönder