Small Talk’u Beceremeyen Biriyle İngilizce Konuşamazsınız.

“Words, words, words…” Dating app aracılığıyla biriyle tanıştım ve buluşacağız. Small talktan dirty talka uzanan kelimelerle kırmızı bir kurdele öreceğiz. Tören kurdeleyle olacak. Belki bizler de akustiği olmayan kültür merkezleri açacağız belki  açılışı vatkalarımızın üzerine attığımız yerel futbol takımı atkılarıyla yapacağız ama ordan bir sosyal demokrat gibi kurdelemizi kesip öyle ayrılacağız. Siyasal islamcılar gibi butonlara abanmayacağız. Butonlar yalnızca ona basmak için omuzlarını var gücüyle kullanan kişilerde bir coşku yaratırlar. Açılışı seyreden ilçe sakinleri, kültür merkezimizde bizi muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak oyunların değil belediye bütçemizin yettiği popçuların sahne alacağını bilirler ve “Neden olmasın?” diye düşünürler. O zaman butonda ısrar etmenin ne anlamı var? Klavyeleri “SEXXX?” yazarak perişan etmenin alemi ne? Uygulamayı kullanırken kısa ve öz konuşmaların olmasını anlayabiliyorum ama “SEXXX?” tam olarak neyin yoklaması olabilir? Dürtünün varlığı kontrol ediliyorsa, onun buraya gelirken yanımıza almamız gereken şeylerin başında olduğunu düşünüyordum. Yok eğer, “Karşı tarafın zevklerini öğrenmek istiyordur belki.” diyenleriniz varsa mesaja tekrar bakmanızı öneririm. Sizce X’lerin cevapları dinleyecek kadar vakti var mı?

“Words, words, words…” Telefonu Hamlet’ten alıntıyla açıyorum. Uygulamada asgari iletişimi sağlayabilen bizim için çıtayı durduk yere yükseltmiş oluyorum. Aslında erken geldiğim için kitapçıda oyalanıyordum ve bir anda Shakespeare’den Shakespeare'nin dilinde bir alıntı yapmanın etkileyici olacağına karar verdim. Nerden aklıma geldi bilmiyorum çünkü telefon çalmadan hemen önce fosforlu kalemleri inceliyordum. Kim bilir belki de bilinçaltım bu kültür sanat mabedine kırtasiye ürünleriyle ilgilenerek ettiğim ihaneti telafi etmeye çalıştı ve mevcut koşullarda en havalı “eşleşme”yi sağladı. Azıcık İngilizce ve biraz edebiyat bilgisiyle, dünyanın en bilinen ozanlarından birinin en kolay sözcüklerini seçti. Ayrıca kurdeleyse de kurdele! İleride hobilerden açılacak bir sohbette Shakespeare’den bahsetmek o kurdeleye asil kırmızı rengini verecek yegane şeydir. Fakat maalesef telefonu açtığımızda oluşan “puh”lama yüzünden başlangıç kelimelerim duyulmuyor. Tam tekrar edecekken karşı taraftan “dounz dounz dounz dounz dounz dounz dounz” sesleri yükseliyor. Beklemediğim bu açılış karşısında doğrudan “ALO”ya dönecekken bu sefer de “völ völ völ völ völ völ völ” sesleri beni durduruyor. Üzgünüm Shakespeare, üzgünüm kelimeleri eskimeyen, zamansız dostum ama Indila’nın 2014 tarihli şarkısı karşısında senin bile yapabileceklerinin bir sınırı var. 

Demek pop seviyor ve çoktan bangır bangır çalan bir mekana oturmuş. Saat öğlen 3. Olsun, sonuçta libidonun akacağı yolu açmak gerekir. Önümüze çıkan tepeleri poptan yaptığımız küreklerle düzelteceğiz. Herkesin içinde gerekirse yüksek sanatı sıkıcı bulacağız, sonra da onu köşeye çekip “Abi sen de haklısın ama devir değişti. Artık kimse uzun uzun oturup bir şeyi izlemiyor. Instagram’a video çeker sanatını oradan konuşturursun” deyip, iki saat boyunca sponsorlu videolar izleteceğiz. Bunları yapacağız. Sanırım bana “Nerdesin?” diye soruyor: “KİTAPÇIDAYIM!” Taktığım bluetooth kulaklık yüzünden etraftaki müşteriler herkesin bildiği bu gerçekliği haykırmamı garip karşılıyorlar. Dışarı çıkıyorum. “D&R’DAN BURAYA GELMEN NE KADAR SÜRER?” HAYIR! HAYIR! Öncelikle D&R ile kitapçıyı eşleştirmek, yabancı bir turistle karşılaştığında onun yüzüne “İngilizce bilmiyorum!” diye bağırmak gibi ön yargılı bir tutum. Onun bildiği ne malum? En azından el kol hareketleriyle kendimizi anlatmayı deneyebiliriz. Hayatı zorlaştırmanın gereği var mı? VE HAYIR! D&R’lar henüz Kadıköyümüzü ele geçirememişlerdir. Onları sınır boyları olan E-5’teki AVM’lerde bulabilirsiniz. Ben, Mephisto’dayım. “KONUM ATAR MISIN?” diyorum.

Havadan sudan sohbet etmek mi yoksa gürültülü bir müzik altında kıvrak kıvrak birbirini kesmek mi daha kötü bilmiyorum ama mekandaki yüksek desibelden dolayı ikincisine mecbur kaldığıma seviniyorum. Small talk yapamadığımı lisedeki İngilizce dersleri sayesinde fark etmiştim. Size şöyle açıklayayım, eğer İngilizce bir çiçekse onun ihtiyacı olan su small talk’tur. Derslerdeki dinleme parçalarında bıraksan saatlerce kek veya evdeki mobilyalar üzerine konuşabilecek insanları gördükçe afakanlar basardı. İster İngilizce ister Türkçe olsun, “Nasıl gidiyor?” sorusu bile beni içine çeken bir kara deliğe dönüşürken; alıştırmalardaki insanların hafta sonu planlarını tartışabilmelerini, bisiklet sürmek mi yoksa parkta güneşlenmek mi gibi birbirinden sıkıcı seçenekler üzerine görüşler belirtebilmelerini aklım almıyordu. Biz Türkiye’de böyle yapmayız: Aktivite önerimize karşılık sadece “Canım istemiyor. Sinemaya ne dersin?” cevabını veren bir İngiliz’e Shakespeare'i hatırlatacak yoğunlukta tiratlarla karşılık verir, “neither … nor …”larımızda small talk’u eritir ve basitçe aklından geçeni söylediği için onu pişman ederiz. Bu coğrafyanın yiğit insanları bizler, doğrudan fikirlerimizi ifade etmenin yolu olarak dirty talk’u kullanırız. Bu yüzden tartışmalarımızı küfürlerle çerçeveleyince bir şeyleri tamamladığımızı hissederiz. Biz de dans esnasında birbirimize düşüncelerimizi ifade ederken, partnerimin çişi geliyor. Masamıza geçtiğimde telefonunun yanan ışığını görüyorum. Onun malum sorusuna karşılık bir bacak arası fotosu gönderilmiş. Partnerimin tuvaletten dönmesini sabırsızlıkla bekliyorum. “Words, words, words…” alıntısını yapmanın tam zamanı.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sn. Binali KESİK Hoca'ma En İçten Sevgilerimle

?

"Kadınlar Savaş Komedi" Üzerine Bir Eleştiri