Afişine Oyuncusunu Koyan Oyunlara Gitmiyorum.

Elimde bazı şakalar var ve onlarla n’apacağımı bilmiyorum. İlkokuldan beri değişmemiş sabırsızlığımla pamuğa ektiğim fasulyeye sürekli su vermek istiyorum. Esprilerimi dostlarımın gülmekten gelen gözyaşlarıyla beslediğimi hayal ediyorum. Onların olumlu reaksiyonlarını dört gözle bekliyorum. Zannediyorum ki suyunu ne kadar çok verirsem, sınıf arkadaşlarıma “Banyo pamuğunuzu Şok’tan mı satın alıyorsunuz? Çok yanlış. Çünkü kuru tutmak istediğiniz yer için daha çok pamuk harcıyorsunuz ve pamuğunuz daha çabuk bitiyor. Sonra tekrar pamuk almak zorunda kalıyorsunuz ya da oraya pideci peçetesi sıkıştırıyorsunuz. Bunu ben bilemem. Emin olduğum tek şey  arkadaşlarımın göz pınarlarının, bir şekilde kuru tutsa da utanç veren bir yetişkin bezine layık olmadığıdır. Onlar seansı 800 lira olan terapi peçetelerini hak ediyorlar. İşte, onlar için  elimizde böyle espriler var. Bu yüzden akıtmadıkları her damla için pişmanlık duyacaklar. Evet, belki biraz bencilim ama Carrefour’u hepinize öneriyorum.” diyecek kadar arsızca büyüyecek fasulyem. İndirim fiyatlarını ne kadar büyük puntoyla bastırırsa halk gününü o kadar coşturacağına inanan bir market sahibi gibi pamuklara akacak suyu beklemeye başladım. 

Ne kadar karışık olabilir? Tüm malzemeler burada. Amerikan banliyölerinde yaşayan aileler gibi birbirlerine selam veriyorlar. “Espriler! Max’i postacıdan uzak tutun. Köpeğimizin insanlarla konuşabiliyor oluşu bunu postacıyı korkutmak için kullanacağımız anlamına gelmez, Tanrım! Gülüşmeler, oh nihayet aramıza katıldınız. Sizin Vietnam anılarınız da olmasa bütün şükran günü şerifin ağız şapırtılarını dinleyecektik doğrusu.” Artık herkes geldiğine göre nerede yanıldığımı anlamak için aynı filmin dublajlı ve altyazılı versiyonlarına birlikte bakabiliriz:


Lanet olsun :)

Nilgün Teyze, arkadaşlarımın aileleri arasında en açık fikirli kişi ve kabul edeyim, beni en komik bulanlardan biri. Bu yüzden esprilerimi Facebook’tan yazıp onun ayağına gidersem saygımı göstermiş olacağımı düşündüm. Esprilerimdeki en can alıcı yerleri büyük harflerle vurguladım. O ise, esprilerime mümin sımaylisi koyup, hepsi büyük harflerle annemlerin halini hatrını sordu. Odaklansana be kadın! “Onlar da iyi. Varsa yoksa oğulları işte :)” deyip bir mümin sımaylisi de ben yapıştırdım. Konuyu kendime getirmemden mi rahatsız oldu yoksa benden başka bir emoji mi bekliyordu bilmiyorum ama uzun bir süre (bir dakika) ekran boş kaldı. En sonunda  saatlerdir ağzından bir kelime alınamayan düşman ajanı gibi bir sımayli daha bıraktı ekrana. Elimdekileri görmüştü ve benimle oynuyordu. Gardını düşürmek için sevimli hayvan ve şive komiği videolarını art arda gönderdim. Buna karşılık o, şu an ismini hatırlamadığım bir oyunun linkini yolladı ve “?” yazdı. Uzun bir süre (20 saniye) bekledim ama başka bir şey eklemedi. Artık avucunun içindeydim ve “?” ile  aslında soru sormuyordu. Bu onun final darbesiydi: “BENİ Mİ GÜLDÜRMEK İSTİYORSUN? OYUNA GELİRSEN ASIL EĞLENCENİN NE OLDUĞUNU ÖĞRENEBİLİRSİN EVLAT. ŞİMDİ… GELİYOR MUSUN YOKSA GELİYOR MUSUN?” Belki de  derdi ben değildim ve soru işareti, izleyenlerini hem güldürmeyi hem de onlara ders vermeyi isteyen bu oyunun güzel Türkçeli oyuncularının, kaba komediye karşı açtığı savaşı simgeliyordu. Her halükarda teşekkürler ama “güldürürken düşündürmek”le lanetlenmiş oyunların yazgısı  her ikisinde de başarısız olmaktır. Ve tüm ölümlüler bilir ki, Tanrılar bizleri korumak için onların afişlerine oyuncularının kostümlü fotoğraflarını bastırmıştır. 


Fuck you/you!

Nilgün Teyze’den sonra her şey yolunda gidiyor. Yakın arkadaşlarımın çoğu işinde gücünde insanlar olduğundan, çok iyi tanımasam da online olacağını düşündüğüm bir arkadaşa yazıyorum. Onun random gülüşünü aldıktan sonra zabıtaların uzaklaştığını öğrenen işportacı gibi esprilerimi iyice yere seriyorum. İstiyorum ki onları detaylıca inceleyebilsin. Eline aldığı hoparlör için boş ümitlerle “Bunun garantisi var mı?” diye sorsun. Ben de “Yok, ama bir şey olursa ben hallederim. Ledleri gördün mü? Onları da sararız etrafına” diyeyim. Hem güven vereyim hem de vadettiğim ışık şovuyla ayaklarını yerden keseyim istiyorum. Kafası karışsın ama yine de her akşam zabıtanın evine gidişini dört gözle beklesin. “Demek ki show business böyle bir şey” diye düşünsün, sorgulamasın istiyorum. Kafası karışık  her tiyatro seyircisi gibi, benim de bu işlerle ilgilendiğimi bildiğinden,  performans sanatlarından bahsetmeye başlıyor. Allah allah, nerden çıktı şimdi bu? Coşkulu bir vurguyla “kaçırılmayacak bir gösteri”ye fazladan bileti olduğunu söylüyor, arkadaşı kovitmiş. Benim de arkadaşım olan bu kişiyle ilgili aklımda epeydir beklettiğim şakalar var ama onları etkinlik saatine saklıyorum. İçimden “Gösteri şimdi başlıyor!” diyerek teklifini kabul ediyorum. Diğer yandan avangart bir şey izleyeceğimi düşündüğümden gururluyum. Nilgün Teyze’nin etkinlik mesajına karşı bir şey yazmadığımı hatırlayınca bu etkinliğin linkini ve ardından da sımayliyi  yapıştırıyorum. 

Oyun sonunda benim espriler konusunda gösterdiğim ısrarın bir benzerinin yetmiş dakika boyunca, bir salondaki yaklaşık 150 kişiye ve bir vantilatöre karşı belli ritmik hareketlerin tekrarlanmasıyla da yapılabileceğini görecektim. Performans boyunca sanatçı “he/him”, “she/her” gibi birkaç kelimeyi yineleyerek toplumsal cinsiyet yapılarını söküp söküp bozuyordu muhtemelen. Ben ise “old school” bir seyirci gibi bu gösteriden çıkardığım “ders”i düşünüyordum: “Şakalarını iyi tanıdığın birkaç kişiye ve farklı zamanlarda yap!” Fakat Nilgün Teyze’ye buruk bir emoji gönderirken, tiyatro sanatının bizlere yüzyıllardır anlatmaya çalıştığı daha büyük bir gerçeği fark ettim: Pamuğunuzu sulamasını istediğiniz gözyaşlarına kahkahalar kadar acı hıçkırıklar da eşlik edebilir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sn. Binali KESİK Hoca'ma En İçten Sevgilerimle

?

"Kadınlar Savaş Komedi" Üzerine Bir Eleştiri